3 Kasım 2007 Cumartesi

Berlin'in Gazete Satıcıları

10 Eylül Pazartesi günü sabahın köründe Ostkreuz banliyö treni istasyonunda gördüğüm manzara "işporta"ya alışkın bir İstanbullu için şaşırtıcıydı: İstasyona çıkan merdivenin trabzanlarına emeklilik yaşındaki bir Alman mandalla birer birer günün gazetelerini iliştiriyordu. Belli ki metro-banliyö treni işletmecisinden aldığı izinle yapıyordu bunu. Trabzanın sonunda, merdivenin bittiği yerde tekerlekli arabasını kurmuş, Berliner Zeitung, Tageszeitung, B.Z. Zeitung, Berliner Morgenpost, Bild Berlin gibi günün gazetelerini bir tezgâh gibi açılıveren tasarım harikası arabasının önüne sermişti. Bir de sabah sabah ciddiyete gömülmek istemeyenler için kadın dergileri, sudokular... 29 Eylül Cumartesi günü sabahın köründe yine Tegel Havalimanına -bu kez başka bir rotadan, otobüsle- giderken gördüğüm manzara 19 gün önce görmüş olduğumu önceliyordu aslında: Ostkreuz istasyonunda tezgâh açanın giydiği promosyonlu paltolardan giyinmiş iri bir adam, tıka basa gazete ve dergi dolu tekerlekli arabasını bebek arabaları ve tekerlekli sandalyelere ayrılmış otobüsün ortasındaki sahanlığa, emniyet kemerine benzerine benzer bir kemerle sabitlemiş, hemen önümdeki koltuğa oturmuştu. Onu ve sabah düş(ünce)lerini rahatsız etmeden fotoğraf karesine hapsetmeye çalıştım: Ülkemdeki (Ülkem var mı ki benim; burası olmasın sakın?) ahmak tartışmalar aklıma geldi otobüste gazete satıcısıyla yolculuk ederken. Simitçinin, gazete satıcısının profesörle aynı oy hakkına sahip olması doğru muymuş, hâlâ bunu tartışan güdük jakobenleri bir yana bırakıp önümdeki adamın zorlu yaşamını düşündüm: En geç 21:30'da yatış, sabah 04:00'te kalkış, duş alış, esaslı bir kahvaltı yapıp o sabah ayazında sokağa çıkış. Gazete dağıtım deposundan dergileri çantaya dolduruş ve sabahın ilk otobüs veya metrolarından biriyle sana ayrılmış, izin verilmiş satış noktasına gidiş. Kuşluk vaktine gelindiğinde bitecekti adamın işi. Garip... Çoğunun afyonunun yeni yeni patladığı saatlerde, belki de bu gazetece satıcısı ekmeğini çıkarmış olmanın mutluluğuyla evinin sokağındaki favori kahvehânesine giriyor ve günün en keyifli kahvesini içiyordur. Öğlen saati evindeki kadife kaplı koltukta sürme çektikten sonra kendini sokağa vuruyor parkta uzun uzun yürüyor, emekliliğine kalan günleri sayıyordur. Belki de akşam saatinde arkadaşlarıyla bir Kneipe'de iki tek atıyor, o akşam maç varsa onu seyrediyordur. Kendinden başka olanın yaşamını, mesleğini, emeğini küçümseyen budalalara inat Ortaçgil dinleyesim var: Basit, basit basit... Konuşmak basit, düşünmek basit. Yaşamaya kalk ve gör, çok zor.

Hiç yorum yok: